Aşıklar Meclisi Kimin Eseri?
Aşıklar Meclisi, Türk edebiyatının en özgün ve sarsıcı şairlerinden biri olan Cemal Süreya’nın eseridir. Ancak bu metni yalnızca bir edebiyat ürünü olarak okumak, onun sunduğu düşünsel imkânları daraltır. Süreya’nın dili; iktidar, birey, arzu, düzen ve itiraz arasında gidip gelen bir zihinsel alan açar. Bu yazıda Aşıklar Meclisini, siyaset biliminin temel kavramlarıyla; iktidar, kurumlar, ideolojiler, yurttaşlık ve demokrasi çerçevesinde yeniden düşünmeye çalışacağım.
Analitik Bir Giriş: Güç, Düzen ve İnsan
Güç ilişkileri üzerine kafa yoran herkes bilir: Toplumsal düzen yalnızca yasalarla, anayasalarla ya da kurumlarla ayakta durmaz. Duygular, arzular, korkular ve aşk da politiktir. Cemal Süreya’nın Aşıklar Meclisi tam da bu noktada ilginç bir kavşak sunar. “Meclis” kavramı, siyasal temsilin ve kurumsallaşmış iktidarın merkezindeyken; “aşıklar” ise genellikle siyasetin dışına itilen, irrasyonel ya da özel alanın figürleri olarak görülür. Bu ikisinin yan yana gelişi tesadüf değildir.
Burada anlatıcı, tek bir siyaset bilimci kimliğine sabitlenmez. Daha çok, düzenin nasıl kurulduğunu ve nasıl sorgulanabileceğini merak eden bir insanın analitik sezgisi konuşur. Peki gerçekten de siyaset yalnızca parlamentolarda mı yapılır? Yoksa aşkın, dilin ve itirazın olduğu her yerde bir tür siyaset mi vardır?
İktidar ve Meclis Metaforu
Meclis: Kurum mu, Sahne mi?
Siyaset bilimi açısından “meclis”, modern devletin temel kurumlarından biridir. Temsil, yasa yapımı ve meşruiyet üretimi bu mekânda somutlaşır. Aşıklar Meclisi başlığı ise bu kurumsal ağırlığı bilinçli olarak bozar. Buradaki meclis, resmi bir yapıdan çok bir sahnedir; söz alanların yetkisini sandıktan değil, deneyimden ve duygudan aldığı bir alan.
Bu durum, güncel siyasal tartışmalarla şaşırtıcı biçimde örtüşür. Temsili demokrasilerin krizi, seçilmiş kurumların toplumsal talepleri karşılamakta zorlanması, alternatif siyasal ifade biçimlerini gündeme getiriyor. Sokak hareketleri, forumlar, dijital platformlar… Hepsi birer “gayriresmî meclis” olarak okunabilir mi?
İktidarın Dili ve Şiirin İtirazı
İktidar, yalnızca zor kullanma kapasitesiyle değil; dil kurma gücüyle de işler. Hangi kelimelerin meşru, hangi taleplerin “makul” sayılacağı siyasal bir mücadele alanıdır. Cemal Süreya’nın dili ise bu sınırları zorlar. Şiir, burada bir karşı-ideoloji gibi davranır; yerleşik anlamları dağıtır, yeniden kurar.
Bu noktada Michel Foucault’nun iktidar anlayışı akla gelir: İktidar her yerdedir çünkü her ilişkide üretilir. Aşıklar Meclisi, iktidarın yalnızca devletle sınırlı olmadığını; gündelik ilişkilerde, aşkta ve hatta sessizlikte bile dolaştığını hatırlatır.
İdeolojiler, Aşk ve Yurttaşlık
Aşk Politik midir?
“Aşk politik değildir” iddiası, çoğu zaman statükonun işine yarar. Oysa kiminle, nasıl ve hangi koşullarda ilişki kurabildiğimiz; sınıf, cinsiyet, kimlik ve ideolojiyle yakından bağlantılıdır. Aşıklar Meclisi, aşkı kamusal bir tartışma nesnesi hâline getirerek bu görünmez bağları açığa çıkarır.
Bugün yurttaşlık tartışmalarında da benzer bir genişleme görüyoruz. Yurttaş artık yalnızca oy veren birey değil; talep eden, itiraz eden, duygularıyla kamusal alana çıkan bir özne. Bu bağlamda katılım, yalnızca sandığa gitmekle sınırlı olmayan bir pratik olarak yeniden tanımlanıyor.
Yurttaşlık ve Dışlanma
Her siyasal düzen, aynı zamanda bir dışlama mekanizmasıdır. Kimlerin söz alabileceği, kimlerin “meclis”e girebileceği belirlenir. Aşıklar Meclisi, bu sınırları bilinçli olarak muğlaklaştırır. Aşık olan herkes potansiyel bir üye midir? Yoksa bazı aşklar daha mı meşrudur?
Bu sorular, günümüz demokrasilerindeki kapsayıcılık tartışmalarıyla doğrudan ilişkilidir. Göçmenler, azınlıklar, gençler… Hepsi siyasal sistemin kenarında tutulduklarını hissettiklerinde, yeni meclisler kurmanın yollarını arıyor.
Demokrasi, Meşruiyet ve Karşılaştırmalı Okumalar
Temsili Demokrasi Krizde mi?
Birçok ülkede seçmen katılımının düşmesi, siyasal partilere güvensizlik ve popülist hareketlerin yükselişi dikkat çekiyor. Bu tablo, meşruiyet krizinin açık bir göstergesi. Meclisler var, seçimler yapılıyor; ama insanlar kendilerini temsil edilmiş hissetmiyor.
Aşıklar Meclisi bu noktada provokatif bir ayna tutar: Temsil edilmeyenler kendi meclislerini kurabilir mi? Duygu temelli, yatay ve geçici siyasal alanlar kalıcı bir dönüşüm yaratabilir mi?
Karşılaştırmalı Bir Bakış
Latin Amerika’daki halk meclisleri, İspanya’daki Indignados hareketi ya da Ortadoğu’daki meydan deneyimleri… Hepsi klasik kurumların dışında gelişen siyasal pratiklerdi. Başlangıçta “romantik” ya da “geçici” görüldüler. Ancak bir kısmı anayasal reformlara, yeni partilere ve kalıcı kurumsal değişimlere zemin hazırladı.
Cemal Süreya’nın metni, bu deneyimlerle birebir örtüşmese de benzer bir soruyu diri tutar: Siyasetin ciddiyeti, duyguyu dışlamak zorunda mı?
Kişisel Değerlendirmeler ve Provokatif Sorular
Bu metni okurken kendime sık sık şu soruyu sordum: Eğer aşk, bizi mevcut düzenle çatışmaya sokuyorsa; neden siyasetin merkezinde yer almasın? Belki de demokrasinin tıkandığı yer, tam olarak duyguların sistematik biçimde dışlandığı noktadır.
Okuyucuya da şunu sormak isterim: Bugünkü meclislerde gerçekten kimler konuşuyor? Kimlerin sesi bastırılıyor? Ve biz, kendi aşıklar meclisimizi nerede, nasıl kuruyoruz?
Sonuç Yerine: Edebiyattan Siyasete Açılan Bir Kapı
Aşıklar Meclisi, Cemal Süreya’nın kaleminden çıkmış olsa da, yalnızca edebiyatın sınırları içinde kalmaz. İktidarın doğası, kurumların meşruiyeti, ideolojilerin görünmez etkisi ve demokrasinin geleceği üzerine düşünmek isteyen herkes için verimli bir düşünsel alan açar.
Belki de en radikal önerisi şudur: Siyaseti daha insani, daha kırılgan ve daha dürüst bir yerden yeniden düşünmek. Bu öneri rahatsız edici olabilir. Ama siyaset, zaten biraz rahatsız edici değil midir?